Denize doğru inen dik yokuştan aşağıya doğru bir delikanlı yürüyordu, başı önünde dalgın, dalgın. Bir garipti genç ara sıra başını kaldırıp etrafına bakınıyor ama bir şey görmüyordu, ne kuş seslerini duyuyor ne de insan seslerini hatta önün de uzanan uçsuz bucaksız masmavi denizin farkında bile değildi.
Genç adam yürüdü, yürüdü, ayaklarının ıslanması ile kendine geldi,
kumsala varmış, dalgalar ayaklarına vuruyordu ayakkabıları ıslanmıştı, eğildi onları ayaklarından çıkardı, paçalarını sıvadı ve hafifçe batmaya yüz tutmuş güneşi seyretmeye başladı.
Neden sonra sağ tarafında biraz uzağında bir iç geçirme duydu ve o tarafa baktı,
orada büyük bir kayanın üzerine oturmuş, sigarasından derin, derin nefesler çeken
sakalı grileşmiş, yüz çizgileri iyice derinleşmiş, başında rengi beyazdan çok griye dönmüş kepi olan bir adam gördü.
Adam yaşlı gibi duruyordu ama vücut yapısından çok yaşlı olmadığı belliydi olsa, olsa kırktı, kıyafetinden belliydi bir balıkçıydı bu.
Bizim delikanlı düşündü bu balıkçının ne derdi olabilir diye. Benim gibi o da düşünceli ama bir balıkçının ne tasası olur işte teknesi orda bağlı,
olta takımları teknesinde belli ki denizi de seviyor, işte denizde orda peki ne diye düşünür bu adam ufka bakarak diye farkında olmadan yüksek sesle söylendi.
Balıkçı sesin geldiği tarafa döndü delikanlı ile göz göze geldi.
Delikanlı; bu koyu yeşil ve feri kaybolmuş gözleri görünce birden irkildi
o bir çift göz o anda delikanlıya çok şeyler anlattı.
Balıkçı gözlerini genç adamın gözlerinden ayırmadan eliyle yanına gelmesini işaret etti. Genç adam sanki hipnotize olmuş gibi çağrıyı yapana doğru yürüdü.
Balıkçının yanına oturuverdi.
Balıkçı cebinden tütün tabakasını çıkardı ve büyük bir hünerle çabucak bir sigara sarıp, genç adama uzattı.
Genç adam sigarayı aldı ve yaktı derin bir nefes çekti.
Balıkçı konuşmaya başladı...
Senin aşkın benimkinin yanında sadece gördüğün kum taneleri kadardır, sen sonunda elini uzatıp bir avuç kum alıp onu elinde tutabilirsin ama ben asla aşkıma ulaşamam ama sen bunu anlayamazsın.
Genç adam şaşırmıştı bu pejmürde balıkçı nasıl olurda onun aşık olabileceğini bilirdi, evliyamıydı bu adam. Ama gene de sesini çıkarmadı, balıkçıyı dinlemeye devam etti.
Balıkçı gözlerini yeniden ufka çevirmiş ve bilinmeyen bir noktaya doğru bakmaya devam etti, bu arada dudaklarından sözcükler dökülüyordu...
Benim aşkımı daha hiçbir insanoğlu görmedi ben de görmedim dedi, ama yıllardır kara bir sevdayla tutkunum ona...
O topuklarına kadar uzanan simsiyah saçlarını bir tutabilsem, koklayabilsem dedi.
O lacivert gözlerinin içine bakıp, derinliklerinde kendimi kaybetsem öpebilsem, dünyanın en kırmızı dudaklarından ve son nefesimi onun kucağında verebilsem,
ne olur Allahım dedi balıkçı.
Genç adam anlamamıştı kendi kendine bu balıkçı mecnun galiba dedi. Nasıl bir sevgiliymiş bu hiçbir insanoğlunun ve kendisinin dahi görmediği dilber diye düşündü.
Yok, yok dedi içinden bu balıkçı mecnun, olur mu böyle elle tutulmayan gözle görülmeyen sevgili.
Delikanlı kürek şakırtısı ile düşüncelerinden sıyrıldı ve bir baktı yanında balıkçı yok.
Denize doğru başını çevirdi balıkçı teknesine binmiş açılıyordu baktı bir süre arkasından . Balıkçı oldukça açılmıştı artık karadan belli belirsiz görünüyordu.
Genç adam oturduğu yerden doğruldu artık gidecekti son kez balıkçıya baktı ve
gördüğü manzara karşısında dondu kaldı.
Balıkçının kayığının çevresinde bir şey denize dalıp çıkıyordu; balık dese değil, insan dese değil, ama bu kadar uzaklıktan bile uzun simsiyah saçlar belli oluyordu,
karaya kadar balıkçının mutlu kahkahaları geliyordu.
Birden balıkçı denize atladı. Kıyıdaki delikanlının anlayamadığı uzun simsiyah saçlı
varlıkla birbirlerine sarıldılar, bir müddet denizin üstünde birbirlerine sarılı kaldılar ve sonra birden denizin derinliklerinde kayboldular.
Delikanlının dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi...
BALIKÇI AŞKINA KAVUŞMUŞTU.
Denize son bir kez baktı ve arkasını dönüp, geldiği yokuşa doğru yürümeye başladı.
AMA BU KEZ MUTLUYDU.